1910’lu yıllarda bir kış mevsimi. Gece karanlığında sayıları 14 bini bulan maden işçisi, ellerinde yanmakta olan karpit lambaları ile heybetli bacaları tütmekte olan Fransız Karaidin Maden İşletmeleri’nde vardiya değişimi yapıyor. Binlerce lamba uzayıp giden yoldaki madencilerin biraz sonra kararacak olan yüzlerini aydınlatsa da, devasa binalar, hastaneler, camiler, kiliseler de ışıl ışıl. Alın teriyle kazanılan paraların çar çur edildiği işret yerleri de. O zamanlar “Küçük İstanbul” olarak anılan, bölgenin göz bebeği Balya’da manzara bu.
İlçede otuzbeş binin üzerinde nüfus yaşıyor. Caddeler kalabalık, her köşe başında sokak lambaları. Anadolu ilk defa Balya’da tanışıyor elektrikle. İşleyen madeni aydınlatmak için kurulan jeneratörde üretilen elektrik, dökme demir direklerle, yüksekçe bir tepeden şehre hat ile çekilmiş. Madenin işletmecisi, yanmış kurşun dumanının ağır kokusunu affettirebilmek için, ilçeyi de aydınlatmış elektriğiyle. Karaidin, bölgeye maddi refah ve geçici mutlulukla birlikte bir yığın sorunu da getirmiş. İmparatorluğun ilk çevre felaketi burada yaşanıyor. Cüruf deniyor adına, aslında madenin kusmuğu. Değdiği toprağı yakıyor. Balya madenden önce ceviz ve keçiboynuzu ağaçları ile meşhurmuş. Sonra kapkara bir atık kaplıyor her yeri. Bir de bacaların dumanları... Kurşun dumanı ağır, baca her ne kadar yüksek de olsa, yine çöküyor Balya’nın üzerine. Ciğerlere girdi mi hasta ediyor adamı. Adına “Musuralli” denen bir adam var, madenin sahibi, her şeyin sebebi ahaliye göre. Balya’lılara “Duman parası” adı altında para ödüyor, ölümlere karşılık. Balya'nın bir de 'Garipler Mezarlığı' var; başka diyarlardan çalışmaya gelmiş, kimi kimsesi olmayanların defnedildiği.
Aradan yıllar geçiyor. Mevzuattaki bazı talimatlara uyulmadığı gerekçesiyle Karaidin kapatılıyor, Musuralli memleketine geri dönüyor, Balya’da maden susunca, binlerce insan, emek ve ekmek olmayınca göç ediyor başka diyarlara. Çoğu madencilikten başka iş bilmediğinden işleyen başka madenlere; Zonguldak’a, Kozlu’ya göç ediyor. Balya, kimselerin gezmediği ama ışıltılı lambaların yandığı sokaklarıyla kalıveriyor bir başına. Ege’de “İçinde insan yaşamayan ev önce yıllarca ağlar, sonra bir günde yıkılıverir.” derler. Tahtani (üstte) iki oda, fevkani (altta) iki oda işçi barakalarından, içinde ailelerin yaşadığı birkaçı dışında iz bile kalmaz. Bir zamanlar 35 bin nüfuslu Balya'nın tabelasında bu gün 1900 yazsa da belki bin insan yaşıyor. Geçmişin acı tatlı izlerini hala barındıran Balya, yeni işletmeye açılan madenlerle eski günlerini arıyor.
İlçede otuzbeş binin üzerinde nüfus yaşıyor. Caddeler kalabalık, her köşe başında sokak lambaları. Anadolu ilk defa Balya’da tanışıyor elektrikle. İşleyen madeni aydınlatmak için kurulan jeneratörde üretilen elektrik, dökme demir direklerle, yüksekçe bir tepeden şehre hat ile çekilmiş. Madenin işletmecisi, yanmış kurşun dumanının ağır kokusunu affettirebilmek için, ilçeyi de aydınlatmış elektriğiyle. Karaidin, bölgeye maddi refah ve geçici mutlulukla birlikte bir yığın sorunu da getirmiş. İmparatorluğun ilk çevre felaketi burada yaşanıyor. Cüruf deniyor adına, aslında madenin kusmuğu. Değdiği toprağı yakıyor. Balya madenden önce ceviz ve keçiboynuzu ağaçları ile meşhurmuş. Sonra kapkara bir atık kaplıyor her yeri. Bir de bacaların dumanları... Kurşun dumanı ağır, baca her ne kadar yüksek de olsa, yine çöküyor Balya’nın üzerine. Ciğerlere girdi mi hasta ediyor adamı. Adına “Musuralli” denen bir adam var, madenin sahibi, her şeyin sebebi ahaliye göre. Balya’lılara “Duman parası” adı altında para ödüyor, ölümlere karşılık. Balya'nın bir de 'Garipler Mezarlığı' var; başka diyarlardan çalışmaya gelmiş, kimi kimsesi olmayanların defnedildiği.
Aradan yıllar geçiyor. Mevzuattaki bazı talimatlara uyulmadığı gerekçesiyle Karaidin kapatılıyor, Musuralli memleketine geri dönüyor, Balya’da maden susunca, binlerce insan, emek ve ekmek olmayınca göç ediyor başka diyarlara. Çoğu madencilikten başka iş bilmediğinden işleyen başka madenlere; Zonguldak’a, Kozlu’ya göç ediyor. Balya, kimselerin gezmediği ama ışıltılı lambaların yandığı sokaklarıyla kalıveriyor bir başına. Ege’de “İçinde insan yaşamayan ev önce yıllarca ağlar, sonra bir günde yıkılıverir.” derler. Tahtani (üstte) iki oda, fevkani (altta) iki oda işçi barakalarından, içinde ailelerin yaşadığı birkaçı dışında iz bile kalmaz. Bir zamanlar 35 bin nüfuslu Balya'nın tabelasında bu gün 1900 yazsa da belki bin insan yaşıyor. Geçmişin acı tatlı izlerini hala barındıran Balya, yeni işletmeye açılan madenlerle eski günlerini arıyor.